fbpx

“D” Harfiyle Başlayan Manav Kelimeleri

“D” Harfiyle Başlayan Manav Kelimeleri

“D” Harfiyle Başlayan Manav Kelimeleri

Bu Yazıyı Paylaşın

Dadı bezi: (kuzey, isim) Düzende ketenle pamuğun karıştırılmasıyla elde edilen kalınca bir kumaş türü; Dadı bezinden ya gemci (mont) dikecen ya da pontul (pantolon).

Daklaşmak: (genel fiil) Laf sokmak, kavga çıkartmak için kızdırıcı laf söylemek; sürekli tahrik edici sözler söylemek; Hanfabla, sen mani mani benim anama ne daklaşıyon bakim? Dalak çıkırığı: (genel, büyük oyunu) Bayramlarda köy meydanına kurulan bir ahşaptan oyun aracıdır. Üç metre kadar uzunluğunda kalın meşe ağacından bir tane direk yapılır. Bir tür ilkel tahtaravallidir. Direğin başı aynı akis başı gibi yapılır. Direğin ucuna yere paralel olarak 4-5 metre uzunluğunda ağaçtan kuvvetlice bir sırık koyulur. Her iki ucuna bir delikanlı biner. Tahtaravalli misali iner çıkarken, bir yandan da dönerler. Bu oyunu zaman zaman kızların da oynadığı görülür. Bu aygıta “dalak çıkrığı” denir. Bu düzenek her iki dini bayram süresince kurulu olur, köyün hemen hemen bütün gençleri dalak çıkrığına binerler. (Emekli öğretmen Ramis Memiş tarafından Kaynarca’dan derlenmiştir.)

Damarsız: (güney, sıfat) Aksi, ikna olmayan kişi; U adam çok damarsız.

Dansık: (genel, sıfat) Yersiz dengesiz konuşan kimse, ahmak kimse; Aydınnarın İlyasaga biraz dansıkcanadır.

Dartı: (kuzey ve merkez, yemek) Bir kapta biriktirilen sütün kaymağı, kahverengi rengini alana kadar kaynatılarak elde edilen bir sos; ekmek banılarak da yenilir, keşkek, mancar veya malayın üzerine koyularak da yenilebilir. Sakarya Manavları için en değerli sosların başında gelir; Dartısız sofra eksik bir sofradır be.

Dartılı malay: (kuzey ve merkez, yemek) Mısır veya buğday unundan yapılan malayın üzerine dartı sürülerek elde edilen bir yemek; Dartılı malay da bi has olukun.

Dartılı keşkek: (kuzey, merkez, yemek) Keşkek Türkmenlerin yaşadığı tüm coğrafyaların ortak yemeğidir. Sakarya Manavlarında ise çiğ (buğday) ile pişmiş tavuğun üğülmesi (karıştırılması/ezilmesi) ve bulamaç hâle getirilmesi ile elde edilir. Keşkeğin üzerine Sakarya’nın kuzey bölgeleri ve merkezinde ısıtılmış dartı sürülerek yenilir. Sakarya Manavlarının en karakteristik yemeklerindendir; Dartısız keşkek de saman gibi datsız duzsuz bişi olu(r).

Davul: (genel, alet) Elektrikli fırına verilen isim; Davılı çıkarıy, börek pişirecem.

Dayday: (kuzey, sıfat) Çok yaşlı, kamburu çıkmış, ancak bastonla yürüyebilen bazı erkeklere verilen sıfat. Dayı dayı kelimelerinin kısaltılmışı ve birleştirilmişi olduğunu söyleyenler de vardır; Böceklerin Dayday Mıstafa’gam da yağmırın yavacanı üç gün önceden bilidi ha. Nasıl biliyodusa atık.

Debeleş/ştimek: (genel, fiil) Orayı burayı karıştırmak, alet edevatla oynamak; Ayşenur, televizyonu debeleştime bakim (‘kumandayla iki de bir kanalları değiştirme’ demek isteniyor.)

Debildemek: (genel, fiil) Kımıldamak, yerinde duramamak, ufak küçük hareketlerde bulunmak; Bizim Fari de çok debilde(r), eli o(l) mazsa aya(ğı) oyna(r), bi dur be adam oturdiy yerde.

Debildek: (genel, sıfat) Yerinde duramayan kişi; Bi dur be yerli yerinde, ne debildek adammışsın sen be Gadir.

Dede mahrumu olmak: (genel, fiil ) Anne babasının vefatıyla ortada kalan çocukların dede mirasından mahrum olması hâli; Zavallı Semih’inen gız gardaşı, anne babası tren kazasında vefat edince dede mahrumu oldular, ortada kalakaldılar yazık.

Dediyndi: (genel, fiil) Demiştin; Sen onu o zaman bana böle dediyndi sahi.

Demet bağlamak: (genel, fiil) Orak ve ellikle biçilen buğday destelerinin gemle bağlaması işlemi; A(k)şamınan yetmiş demet bağlamışız bubayınan ikicamız.

Dernek: (genel, olay) Düğün, kına, nişan, sünnet gibi törensel olayların genel adı; Fahri dernek yapıyo bu Pazar, oğlu A(h)met’i everiyo.

Deste: (genel, isim) Biçilen 100 sap kadar (üç dört tutam) buğdayın toplanmış hâli; Yüz eli deste buğday biçtim ben bugün.

Dıkım: (genel, isim) Lokma; Bi dıkım ekmek attım ağzıma.

Dılbıran: (genel, bitki) Beyaz renkli avuç büyüklüğünde şemsiye görünümlü bir mantar türü; Dılbıran mantarı biraz acıdır ama unnayıp kızartısan bayağı datlı olu(r).

Dımbıl: (genel, isim) Kopartılarak oluşturulan küçük hamur parçası.

Dımbıl çorbası: (genel, yemek) Dımbılların pişirilmesiyle oluşan ve bazen de içine karagöz fasulye atılan geleneksel bir hamur çorbası; Dımbıl çorbasını da emme severim ha.

Dımdızlak bırakmak: (genel, fiil) Birinin başka birinin malını mülkünü kurnazca elinden alıpta onu orta yerde çaresiz bırkaması durumu; Memeta Hasan’ı, borcu yüzünden elindekileri aldı, dımdızlakta bıraktı çoci.

Dımdızlakta gamak: (genel, fiil) Boşa çıkmak, kandırılmak, ortada kalakalmak, aldatılıp ortada bırakılmak; Amcasından beklemedi tabii, andan sonra ona oyun oynandı, dımdızakta galdı garibim ne yapsın.

Dımzıklı: (genel, sıfat) Küçük benekli noktalı yahut puanlı kumaş yahut insan yüzündeki benekler; Dımzıklı bi mintan va(r)dı sırtında.

Dıngılmak: (güney, fiil) Yavaşça yatmak; Maviye Yingem dıngılvadı yattı.

Dıngımda olmamak: (güney, fiil) Umurunda olmamak; O kimseyi dıngına dakmaz.

Dırmandılar: (kuzey, isim) Ünlü yazar Falih Rıfkı Atay’ın köyü. Babası Abdullah Efendi’nin Kaynarca’ya bağlı Büyükkayarca köyü’ne üç yüz metre mesafedeki Dırmandılar mahallesinden İstanbul’a eğitime gittiği, oğulları Falih Rıfkı ve Reşat Beylerin İstanbul’da doğup büyüseler de zaman zaman Kaynarca Dırmandılar’a gelip gittikleri, 1960’larda Dünya Gazetesi Başyazarlığını yürüttüğü sırada Falih Rıfkı Atay’ın Sakaryalı gazeteci Abdullah Çelik’e ‘buyur hemşehrim. Ben de Sakaryalıyım. Babam Sakarya Kaynarca ilçesi Dırmandılar’dan…’ dediği bilinmektedir.

Dışabaşlı: (genel, sıfat) Gözü başka erkeklerde olan evli kadın veya gözü başka kadınlarda olan evli erkeğe verilen isim; Mıstava dışabaşlı bir deligannıdır maalesef. Erken de evlendirildi ya, undan mıdır nedir.

Dışakıla: (genel, isim) Akrabalık yakınlık olmayan aile, lakap; Dışakıların Sülüman. Dıvıl dıvıl: (genel, sıfat) Unlu yemeklerin ağızda dağılır olması hâli.

Dıvıl dıvıl: (genel, fiil) Ortam uygun değil, konuyu değiştir manasına bir söz; Gülseren hadi dıvıl dıvıl.

Dızdırık: (güney, isim) Ağı çalık, paçası dar don; gızıp giden kişi; Göynüklülerin donnatı hep dızıdırk olu; Emine Dizem çok dızdırıkdı gidedi.

Dızık: (güney, isim) Arka taraf, kıç, makat.

Didelemek: (genel, fiil) Tavuğun göğüs etlerinin ince parçalara ayrılması işlemi. Çorba, pilav ve en çok keşkek için yapılan bir işlemdir.

Diganın: (güney, isim) Ağabeysinin manasında kullanılır; Diganın sen u işi bilmezsin.

Dikenucu mantarı: (genel, bitki) Adını dikenli otların dibinde yetişmesinden alan bir tür mantar.

Diklembeç/baç: (genel, fiil) Çocukların çayırlarda takla atıp yuvarlanması hâli; Bahar geldi ya, köyün çocukları çayırlarda diklembaç atlıyorlar be.

Diklembeç/baç: (genel, oyun) Sopaların en ileriye atılmasıyla oynanan bir tür çocuk oyunu; Bu akşam hayvanları örüden getirirken yol boyunca çocuklarla amma diklembaç oynadık ha.

Dikme: (genel, isim) Ağaçtan, iki buçuk santim eninde on santim genişliğinde ortalama bir buçuk metre uzunluğunda, yanyana çakıldığında bir avlunun veya bir bölgenin kaptılmasına yarayan ince tahta; Dikme çaktıla bütün gün.

Dim diyenin dim guyri: (genel, deyim) Hemen her yerde bitiveren, lüzumlu lüzumsuz gerekli gereksiz her yere giden katılan kişiler için söylenen deyimdir; Anşabla da dim diyenin dim guyri, gene burda.

Dimen/Deymen: (genel, isim) Değirmen kelimesinin yerel dilde söyleyiş biçimi; Mezinne’de Dimençi Mıstava.

Dingabak: (güney, sıfat) Tepe üstü düşmek; Yolda yörürken dingabak düştü.

Dingil: Ahşaptan yapılan öküz arabalarının ön ve arka kısmında bulunan ve tekerleklerin dönmesini sağlayan aks.

Dingildemek: (geneli fiil) Bir şeyin yerinden oynaması, hafiften oynaması hâli; Bilgisayarın fişi dingildedi / Dişim dingildedi.

Dingildek: (genel, sıfat) Kıpır kıpır olan, yerinde duramayan kimse; Aman dingildek bu bizim Emre, çocuk bi otur be yerine.

Dingili kürümek: (genel, fiil) Bir şeyin fazlaca olması, normalin üstünde olması hâli; Borç dingili kürüyo(r)muş. Ne yapacaklar bilmem.

Dipdip: (kuzey, çocuk oyunu) Daha çok hayvan gözeten çocukların dinlenme sırasında açık alanda oynadığı bir oyundur. Genellikle erkek bazen de kız-erkek çocukların karışık oynadığı olur. Bu oyun için herkesin özel birer dipdip sopası olur. Yaklaşık 100-120 cm boyunda, bir ucu incemsi, kızılcık, yemişen veya karagürgen ağacından ateşte kızartılarak yapılan esnek bir sopadır. Sekiz on çocuk tarafından oynanır. Yan yana dizilen çocuklar, hepsi aynı hizadan sırayla sopayı yaylandırarak en ileriye-uzağa atmaya çalışırlar. En kısa mesafeye atabilen ebe olur. Ebe bütün sopaları toplayıp tekrar getirir. Ebe kendi sopasını dizili çocukların 2 metre kadar önünde yatay olarak koyar, diğer çocuklar ebenin sopasının üzerinden kaydırarak en ileriye atmaya çabalarlar. Üçüncü turda ebenin sopası en ileriye giden sopanın önüne yatay olarak koyulur. Bu kez bütün çocuklar ebenin sopasının üzerinden kaydırarak en ileriye atmaya çalışırlar. Ebenin sopasına değdiremeyenler oyun dışı kalırlar. Hiçbir çocuk ebenin sopasına değdiremeyinceye kadar oyun devam eder. Ebenin sopasının yerinden çocukların dizildiği oyun başlangıç noktasına kadar adımla sayılır, her adıma kabak denir. Birinci bölüm örneğin ebenin “Garadonnunun Azizin 45 gabak yimesi”yle sonuçlanmıştır. Oyun tekrar başlar. İkinci ebenin “gabak yemesi”ne kadar devam eder. Bu oyunun bir saat sürdüğü de, üç saate kadar sürdüğü de olur. Oyunun sonunda “en az gabak yiyen” birinci, “en çok gabak yiyen” oyunun mağlubu olur. Adını sopanın “dip dip” yere vurularak ses çıkartmasından aldığı sanılmaktadır.(Emekli öğretmen Ramis Memiş tarafından Kaynarca’dan derlenmiştir.)

Divemek: (genel, fiil) Bir şeyi söylemek, haber vermek, anlatmak; Nerden mi duydum, Emn’ablam divedi bana da.

Dize: (genel) Teyze kelimesinin yerel söyleyiş biçimi; Emille’de Haççe Dizem çok izannı garıdı emme ömrü azmış nedelim.

Dokumak: (genel, fiil) Kilim dokumak; Bı gış bizim Fari’ye kilim dokuyuz; cevizlerin ürünlerini bir sırık marifetiyle yere indirmek; İki gündür ceviz dokuyom, gogalllerini tekmil düşürdüm yere.

Dokuztaş: (genel, oyun) Dokuz taşla oynanan bir oyun türü; 1316 yaşlarında genellikle erkek, seyrek de olsa kız çocukları tarafından dokuz taşla oynanan bir oyundur. Akşamları köy odalarında büyüklerin de oynadığına rastlanır. İki kişiyle karşılıklı oynanan bir oyundur. Her iki oyuncu da farklı renkte örneğin “biri dokuz adet mısır, diğer dokuz adet fasulye” ile oynar. Oyuncular ellerindeki üçer taşı “bir sen bir ben” sırasıyla noktalara konarlar. Konma bitince sırayla “birer taş” oynanır. İç içe geçmiş üç adet dikdörtgenin ortalarından dikine çizilmiş bir zeminde oynanır. Amaç dikine veya yatay “üç taş”ı yan yana getirip, rakibin bir taşını yemektir. Bu oyunda marifet “üçtaş” yapmaktır. Hatta iki peş peşe sırayı yana yana getirip “vargel” veya “vırtgel” yapmak büyük marifettir; çünkü her oynadığında rakibin bir taşını alabilirsin. Normalde her seferde bir “durak” ilerlenirken, üç taşa gerileyen oyuncuya aynı güzergahta sınırsız oynama hakkı verilirdi. İki taşı kalan o elde yenilmiş sayılırdı. Genellikle üç veya beş el oynanırdı. Usta oyuncular saatlerce yenişemezlerdi. Dokuztaş Turnuvalarının bile düzenlendiği olurdu. Bir tür “ileri düzeyde zeka oyunu” olup, satranca benzer özellikleri bulunurdu. Birinciliği kazanan çevresinde büyük itibar görürdü. Adını “dokuz adet taşla oynandığı” için aldığı bilinmektedir. (Emekli öğretmen Ramis Memiş tarafından Kaynarca’dan derlenmiştir.)

Dolma: (genel, isim) Soğan ve baharatla pişirilmiş pirincçlerin, genellikle biber, patlıcan kabağa, bazen de kara lahana, beyaz lahana, kaldirek yaprağı veya üzüm bağına sarılarak yapılan bir yemek türü; Gınada emme çok dolma yiriz bu aşam ha.

Dombay: (genel, isim) Mandanın diğer bir söyleyiş biçimi; Yalçın Dombaycıoğlu ile bacanak olduk biz.

Dombay eriği: (genel, bitki) Harman mevsimi olgunlaşan ve şırası da yapılan iri esmer bir erik türü; Dombay erikleri oldu mu gız Malike?

Domuz: (genel, oyun) Golfa benzeyen, elde bir buçuk metre uzunluğundaki ucu kıvrık ahşap sopalarla dört beş santime on üç on beş santim ahşap bir objeyi kulte denilen çukura sokma esasına dayalı beş altı büyüğün oynadığı geleneksel bir oyunun adı. Genellikle 15-18 yaşlarındaki büyükçe çocuklardan; 8-10 bazen de 15 kadar çocuk tarafından oynanır. Herkesin elinde kalınca 100-120 cm uzunluğunda ucu topuzlu yabani kızılcık, yemişen veya garagürgenden yapılmış “domuz sopası” vardır. Ağaçtan yapılmış 6-7 cm çapında top gibi yuvarlak “domuz” adı verilen bir alet vardır. Ortada 25-30 cm çapında, 8-10 cm derinliğinde bir “domuz çukuru” bulunur. Oyuncular domuz çukurunun etrafında tahminen 4-5 metre bazen 8-10 metre civarında ayağını koyacak derinlikte birer kulte edinirler. Kulte sayısı oyunculardan bir noksandır. İlk ebe “çöp çekme” yöntemiyle kurayla belirlenir. Ebe dahil herkesin elinde domuz sopası vardır. Oyun ebenin domuzu 8-10 metre uzağa atmasıyla başlar. Ebe dahil herkes ellerindeki sopalarla domuzu “domuz çukuru”na sokmaya çalışır; domuz çukura girdiğinde herkes bir kulte kapmaya koşar, bir kişi boşta kalır; boşta kalan yeni ebe olur. Hareketli ve yorucu bir oyundur. Bir, bir buçuk saat kadar sürer. Oyunculara cezası yoktur. Adını “domuz” adı verilen top gibi yuvarlak aletten veya topun “domuz avı” gibi sopayla kovalanmasından aldığı sanılmaktadır. (Emekli öğretmen Ramis Memiş tarafından Kaynarca’dan derlenmiştir.)

Don: (güney, eşya) Kadınların elle dikip ayaklarına giydikleri giysi.

Doncak: (güney, isim) Kasaba sakinlerinin çamaşır yıkadıkları, dere üzerine kurulu üstü ve yanları kapalı ocaklı mekân, çamaşırhane; Doncakta giycek yıkıyoz.

Doyuk zatte: (genel) Tok, doymuş zaten anlamında bir söyleyiş biçimi; Gel dedik sofriye, emme Memet doyuk zatte, nasıl yisin çocimiz.

Döbelen mantarı: (genel, bitki) Döbelen mantarının pişirilmesiyle elde edilen bir tür yemek.

Döp döp: (genel, sıfat) Sözünü bilmeyen kişi; O biraz döp döpdür.

Döpdölen: (genel, sıfat) Düşüncesizce, arkasını düşünmeden konuşan, son söyleyeceğini ilk söyleyen; Döpdelen Melahat seni.

Dövüş etmek/döğüş etmek: (genel, fiil) Ülke genelinde ‘kavga etmek’ fiilinin Manavca karşılığı dövüş etmek, vuruşmak, yumruklaşmaktır; Amed’agayınan Bostancı bi dövüş ettile bugün, çok üzüldük.

Duncutmak: (kuzey, fiil) Kışkırtmak, ayartmak, birini olumsuz bir şeye yönlendirmek; Fahri Mıstavi duncuttu duncuttu, o da sonunda abisi Hüseyin’inen dövüş etti.

Durmak: (genel, fiil) Bir yerde yaşıyor yahut çalışıyor olmak, çalışılan, yaşanılan yer; Bizim Gadir İzmit’te duruyo(r).

Durukmak: (genel, fiil) Duraksadı, devam eden bir işte işlemde birden durmak, kısa süre beklemek; Duruktu birden, yarım dakka gada, sora devam etti.

Durcuk etmek: (genel, fiil) Çocuğun yürüme aşamasında kendi başına ayakta durabilmesi hâli; Yetişkinlik hâli; Bebimiz atık durcuk etmiye başladı çok şükür; E işleri büyyo, durcuk edebili artık Amet.

Dutvamak: (genel, fiil) Bir şeyi tutup hediye/armağan etmek; Görümceme üç tavık dutvadım bu gelişinde.

Duvak: (genel, sosyal olay) Düğün ve gerdeğin ertesi günü, erkek evinde gelinin yakınlarının da gelmesiyle gelinin başına duvak örtüldüğü, sevinç ve coşkuyla yemeklerin yendiği oyunların oynandığı sosyal törene verilen ad; Tenzile’nin duvanda bi oynadık bi oynadık.

Duyup da bi galmak: (genel, fiil) Çok şaşırdım, şaşırınca donup kaldım manasında bir fiil; Hiç ummazdım Memet’ten, duyup da bi galdım, ne dicemi bilemedim.

Düdük: (genel, yemek) Hamurdan yapılan ve süpürge sapına sarılarak şekil verilen bir tür yemek; Bugün gayınvalide düdük bişirecekmiş, akşam yimine bizi de davet etti.

Düdük Makarnası: (genel, sıfat); Bir tür aşağılama, hakaret olarak da kullanılan söz; Hadi ordan düdük makarnası, ne konuşuyon?

Düdüren: (kuzey, merkez) Adapazarı’na bağlı Döğdüren mahallesinin söyleyiş biçimi; Düdüren’den Salmanniye geçesin, urdan da Araman’a.

Düğün: (genel, sosyal olay) Erkek evinde gerçekleştirilen evlilik töreni. Cuma öğleden sonra başlayan Cumartesi günü misafirlerin en yoğun gelmesiyle devam eden, Pazar günü gelinin eve getirilmesi ve dini nikahın kıyılmasıyla sona eren, kendi içinde birçok bölümleri bulunan sosyal olay; Hayıllısınnan Çolakların Hasan’ın düğünü de oldu bitti çok şükür.

Düğün kâtibi: (genel, görev) Düğün süresince gelen dürülerin (hediyelerin) yazım kâtipliğini üstlenen güvenilir ve eğitimli kişi; Müküremin’in düğününde kâtipliği Şeytimallı’nın Urfanagam ne has da yaptıdı.

Düğünü bayramı olmak: (genel, fiil) Çok yaşlılar için söylenen bir deyim; E artık unun düğünü bayramı.

Dünüllük: (genel, sosyal olay) Erkek tarafının büyüklerinin kız tarafının büyüklerinden oğullarına kız istediği sosyal törenin adı; Allah’ın emri Peygamberimizin kavliyle kızınız Haççe’yi oğlumuz Hasan’a istiyoruz.

Dünya kilimi: (genel, eşya) Evlerde dokunan bir kilim türü; Rafiyeablam oğlu Amet’e Dünya kilimi dokuyomuş duydunuz mu gız.

Dürü: (genel, isim) Düğünde davetlilerin erkek veya kıza verdikleri hediyenin genel adı; Amet’in düğününde ne gadar dürü gemiş acaba?

Düşürmek: (genel, fiil) Bir yemeği kıvamına getirmek, denk getirmek, lezzetin tam kıvamında olması; Üreyi düşürmek çok zordur.

Düzen: (genel, eşya) Basit küçük kilim veya bez dokuma düzeneği; Rafiya’blam düzeni kurdu gene artık bakalım gaç arşın bez dokicek?


Bu Yazıyı Paylaşın
Önceki Yazı

1333 Yılında Sakarya

Sonraki Yazı

Orhan Gazi Döneminde Sakarya Vakıfları

Buraya Yorum Yazabilirsiniz

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir