Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi, göçebe Türk oymaklarının boş toprak bularak yayılma ihtiyacının doğurduğu bir askeri nitelik taşımaktadır.
Bu kalabalık nüfusun yer ve yurt değiştirmesi ve yeni ülkelerde vatan kurma faaliyetinin tarihi olarak kabul edilmektedir.
Osmanlı Beyliği başlangıçta diğer beylikler içinde pek dikkat çekmeyen ve Selçuklu merkezi Konya etrafında yoğunlaşan siyasi çalkantıların biraz uzağında kalmış, yönünü Sakarya havzasına, Bizans sınırlarına çevirmiş bir özellik taşıyordu.
Osmanlılar Marmara uç bölgesine sevk edilen tek Türk nüfus kesimi değildiler. Onlardan önce ve onlarla birlikte boylar ve oymaklar halinde Anadolu’ya sevk edilen çok sayıda Türk nüfusu bulunuyordu.
Selçuklu sultanları bu nüfusu yönetecek önderlere berat, menşur göndererek yetki veriyordu. Osman Bey de bunlardan biriydi.
Ondan başka Şeyh Ede Bali, Turgut Alp, Konur Alp, Akça Koca gibi boy veya askerî birlik kumandanları da bulunuyordu. Osman Bey, bu uç bölgesi nüfusunun beyi olarak tarih sahnesine çıkacaktır. Bizans Devleti göçebe Türkmen akınlarını engelleyemedi.
Yazın Bizans ordusu sefere çıktığında göçebeler sert engebeli yazlık yaylalarında, kışın Bizans ordusu sefere çıkmadığında nehir vadilerinde bulunuyorlardı.
Bizans imparatorları, Selçuklu sultanlarının bu göçebe hareketlerine destek vermelerinden şikâyet ederek bunun antlaşma ihlali olduğunu ileri sürüp savaş nedeni sayıyorlardı. Daha iyi otlaklar bulmak için daima alçak platolara ve sınır alanlarının ötesine göçen Türkmenleri, Selçuklu sultanlarının istese de engelleyemeyeceklerini Bizanslılar anlayamıyorlardı.
Yaylacı Türkmenler
Bu yaylacı Türkmenler daha da ileri giderek, tekrar Bizans’ın eline geçmiş olan şehir pazarlarına inerek Rumlarla alış veriş edip, bu şehirlere bile yerleşiyorlardı.
Bu şekilde, Osmanlılar tarafından kısa zaman sonra tekrar fethedilen Marmara sahaları çabucak Türkleşti ve Sakarya gibi şehirler kısa zamanda Türk-İslam karakterine büründü.
Osmanlı Devleti’nin ilk devirlerinde batıya doğru olan yerleşmede birçok köye isim veren, boş veya ıssız yerlerde yerleşip oraları imar ve iskan eden dervişler ve onların faaliyet merkezi olan zaviyeler kendiliğinden bir kolonizasyon ve iskan hareketini temsil ediyordu.
Askeri kazanımlarla beraber oymak ve topraksız köylüler veya sürgünlerle gelen dervişler, az çok mensubu oldukları tarikata bağlı teşkilatlı bir hareket olarak boş yerlere yerleşiyorlardı.
Orada bir zaviye kurduktan sonra yavaş yavaş onun etrafında yapılan inşaat ve yerleşmelerle bir köyün meydana gelmesine amil oluyorlardı.
O köyde bir zaviyenin bir kültür ve tarikat merkezi olduğu aşikardır. Halen Türkiye’de bir çok köyün taşıdığı isimler onların kurucuları olan kolonizatör dervişleri bize öğretmektedir.
Osman Gazi’nin başarıları duyuldukça etraftaki alplar onun yanına koştular. Selçukluların son, Osmanlıların ilk dönemlerine damgalarını vuran bu alp gaziler, Osman Bey’in fetih hareketine destek verdikleri ölçüde kendilerine Selçuklu-Abbasi iktası muadili olarak mülk, yurt niteliğinde topraklar verildi.
Bizans Tarihçisi Pachimeres…
Osman Bey’in çağdaşı olan Bizans tarihçisi Pachimeres, ondan ismiyle bahseden ilk şahıstır. 1302 Bafeus Savaşı vesilesiyle, Osman Bey’i tarihî ve siyasî bir şahsiyet olarak muayyen bir kimliğe sahip bulunduğunu açık şekilde ifade etmiştir.
Pachimeres’in anlattığı olaylar, Osman Bey’in bir taraftan tarihî kimliğini aydınlığa kavuştururken diğer yandan beyliğin kuruluşundaki jeopolitik temelleri de gün yüzüne çıkarır.
Ona göre: “Paflagonya/Kastamonu yöresi Türkmenleri Sakarya boylarında faaliyet gösteriyorlardı ve bunlardan Aşağı Sakarya Türkmen Reisi Ali, Bizans ile çatışmış ve bilahare onun yerini Osman almıştı.
Osman Meander/Menderes Nehri civarındaki Türkmenlerin de katılımı ile gücünü artırdı. Böylece Bafeus Savaşı’nda bir Bizans kuvvetini yenecek kudretin sahibi oldu.” Bu bilgiler Sakarya bölgesindeki Türkmenlerin lideri ile ilgili bilgiler vermesi bakımından önemli veriler sağlar.
Pachimeres’in önemle vurguladığı bir diğer husus, uç bölge-sinde sınır boylarında Bizans’ın yapmış olduğu tahkimatın niteliğidir. Bu da kabaca ilk Osmanlı coğrafyasını zihnimizde canlandırmamıza imkân vermektedir. 1250’den itibaren Paflagonya Dağları Türkmen boylarıyla dolmuştur.
Tam bu sırada VIII. Mikael’in 1260’lı yıllardan itibaren takip ettiği askeri güç oluşturma yolundaki gayretlerinin tepki ile karşılanması, sınır boylarındaki savunma zincirini zayıflatır, savunma çöker; fazla vergi talepleri de Paflagonya köylülerinin Türklerle işbirliği yapmalarına, onlara katılmalarına ve lojistik destek sağlamalarına yol açar.
VIII. Mikael Sakarya Nehri boylarında 1281 ve 1282’de tahkimatı artırsa da savunma zinciri bir süre sonra aksamaya başlar.
VIII. Mikael’in oğlu Andronikos ancak 1290’da Bursa tarafına geçer ve İznik, Bursa, Uluabat gibi şehirlerin savunma düzenlerini gözden geçirir.
Fakat iç siyasî çekişme dolayısıyla bu faaliyet etkisiz kalır. Artık Sakarya savunma hattı tamamıyla zayıflamıştır.
Üstelik 1302’nin Mart ayında çok kuvvetti yağmurlar Sakarya Nehri’nin yatağının değişmesine ve taşmasına sebep olur, bu doğal hadise de savunmayı tam anlamıyla çökertir, Sakarya Irmağı vaktiyle yağan yağmurlar sebebiyle yatak değiştirmişken şimdi yeniden üzerinde bir Taşköprü(Beşköprü) bulunan eski yatağına dönmüştür ve geçişi kolaylaştıracak derecede sığlaşmıştır.
Irmağın iki yakasında bulunan askerî garnizonlar ise bu sığlaşmanın kendileri için ortaya koyacağı tehlikeyi fark ederek bulundukları yerleri hemen terk etmişlerdir.
1302 Mart’ındaki taşkınların sadece Bizans savunmasını değil, Osman Bey ve aşiretini de etkilemiş olması mümkündür.
Bir teze göre, Osman Bey aşırı yağmurlar sebebiyle sürülerinin önemli bir bölümünü kaybedince, Bizans sınırına doğru ilerleyerek kayıplarını telafi etmek istemişti.
Bu durum 1302’nin Temmuz ayındaki Bafeus Savaşı’na kadar uzanan dönemin mahiyeti bakımındanbelirleyici görülmektedir.
Ne var ki Pachimeres’in anlattıkları, bunun sadece Osman Bey’in maddî kayıplarıyla ilgisi olmadığını gösterecek imalarla doludur.
Sonuç olarak, Osmanlı Beyliği’nin bu erken tarihte bulunduğu bölgenin konumundan istifade edebilecek bir güce sahip bulunduğu, ayrıca jeopolitik durumun onlar için son derece müsait bir vasat oluşturduğu söylenebilir.